• 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
  • 6
  • 7
  • 8
  • 9
  • 10
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10
Yenidoğanlar da büyür...
Yenidoğan Kongresi Açış Konuşması..
 
Dekan olarak bir çok toplantı, sempozyum kongrenin açılışında konuşuyorum. Her birinde fakültemizin öncülüğünde yapılıyor olması nedeniyle az veya çok mutlu oluyor, gurur duyuyorum.

Ama bir çocuk cerrahı olarak içinde “Yenidoğan” sözcüğü geçen bir toplantıya katılmak içimi farklı bir biçimde ısıtıyor. Gerçekten de tam yirmi yıldır yenidoğanlarla uğraşıyorum. Bunun sıkıntılarını ve keyfini ancak yenidoğanlarla uğraşan hekimler bilirler.

Bir yenidoğanı kucağıma ilk aldığımda “acaba zarar verir miyim?” diye nasıl korktuğumu, yenidoğanda ilk laparotomimi yaparken neler hissettiğimi, ellerimin nasıl titrediğini yirmi yıl sonra bile çok iyi hatırlıyorum. Çok iyi hatırlıyorum transport kuvözümüz olmadığından, filme ya da ameliyata götürürken nasıl beyaz önlüklerimizin içine saklayıp nefesimizle ısıtmaya çalıştığımızı onları.

Nöbette hemşiranımın elinde 50 cc lik enjektörle üzerime doğru geldiğini görünce hemen anlardım. Bebeklerden birine B+ kan gerekmektedir. Bütün asistanların kan gurubunu ezbere bilirdi hemşireler.Ve hiç beklenmedik anlarda enjektörleriyle çıkarlardı karşımıza. Anlardık ki ya gurubu uymamıştır annesinin . Ya da “benim canım ne ki kan veriyim” demiştir.

O kadar sık tekrarlanırdı ki bu, eve giderken bir gün, polis kontrolünde, kolumdaki enjektör izleri ve ekimozlar nedeniyle eroinman zannedilerek gözaltına alınıyordum neredeyse.

Respiratörümüz yoktu, ameliyatlardan sonra solunumları dönünceye kadar, uzun geceler boyu ambuyla soluturduk. Bazen kolaylarına gelir böylesi, bir türlü dönmezdi solunumları. Ben de uyuyakalmamak için başlarında şiirler falan söylerdim onlara. Daha doğrusu bebekle ilgili bildiğim tek şiir Nazım Hikmet’in “Hoş geldin bebek” şiiriydi.

Hoş geldin bebek, yaşama sırası sende,

Senin yolunu gözlüyor,

Kuşpalazı, boğmaca,

Karaçiçek, sıtma,

Yürek enfarktı, kanser filan…

Diyordu Nazım

Hep aynı şiirden sıkılmasınlar diye.

Senin yolunu gözlüyor,

Gastrostomi, anastomoz, dilatasyon filan

gibi duruma uygun değişiklikler yapıyordum bazen.

Bazen de, eğer kendi kendine nefes alırsa, ileride ne güzel günler yaşayacağına dair hikayeler uydururdum onlara. Ne yazık ki bir kısmı inat ederlerdi, o gelecek güzel günleri görmemeye. Ve tüm çabanıza rağmen, sessiz bir yenidoğan odasında, gecenin bir yarısında ve hikayenin en güzel yerinde bırakıverirlerdi sizi tek başınıza, kucağınızda cansız küçük, henüz adı bile konmamış bir bedenle.

Hastalığının tüm ağırlığına rağmen, sonuna kadar direnenlerde vardı elbette. Annelerinin kucağında servisten ayrılırken, “acaba şiirlerin, hikayelerin katkısı olmuş mudur?” diye düşünmüşümdür hep.

Artık iyice yaşlandık herhalde, başında beklediğimiz yenidoğanlar, genç kızlar, koca delikanlılar oldular. Çok yorgun hissediyorum kendimi, ama 14 martta öğrencilerime söylediğim gibi bazen postadan çıkan bir mektup bütün yorgunluğu unutturuyor. İki günlükken özofagus atrezisi nedeniyle ameliyat ettiğim bir kız çocuğundan böyle bir mektup aldım ben de.. İçinden nikah davetiyesiyle birlikte kısa bir de not çıktı. “Sayende koca kız oldum. Zor gecelerimde yanımda olan doktorumu, mutlu günümde de yanımda görmek istiyorum”

Şiirlerden, hikayelerden hiç bahsetmiyordu. Aramızda bir sır olarak kalmasını istiyordu belli ki.

Ben de genç meslektaşlarımdan bir şey istiyorum. Yenidoğanla uğraşıyorsanız eğer, en umutsuz durumlarda bile onları, gelinlikleri veya damatlıklarıyla hayal etmeye çalışın. Göreceksiniz hem onların hem sizin işiniz çok kolaylaşacak.